Uykudaydık. Rüyalar âleminin o rengarenk boşluğunda, kim bilir hangi masalsı anlar
gözümüzün önündeydi. Sıcacık yatağımızda, sevdiğimiz insanlarla, sevdiğimiz evimizdeydik.
Tüm ülke olarak uyuyorduk.
Sonra saatler 04.17’yi gösterdiğinde, yüzyılın en büyük depremlerinden biri, canım
ülkemizde felakete olarak dönüştü. Milyonlarca insanımız bu depremin gümbürtüsü ile
uyandı ya da uyanamadan can verdi. Sayısı ben bu satırları yazarken on binlere ulaşan
vatandaşımızı, belki birkaç hafta içinde de yüzbinlere varacak olan vatandaşımızı kaybettik.
Sadece vatandaş veya sayı ile anlatılamaz bu acıyı, bizimle beraber bütün dünya da
hissetti. On şehrimiz yok oldu. Milyonlarca umut, milyonlarca hayal, milyonlarca sevgi; Yok
oldu. Acının gözle görülebilir, elle tutulabilir bir his olduğunu, tüm ülke şahit oldu.
Tüm olumsuzluklara rağmen, Ebabil kuşları gibi koşturmaya, yetişmeye çalıştık,
çalışıyoruz. Ama yetmedi, yetişemedik. Işınlanıp, onların yanında olamadık. O saniye, bütün
bu acı ve ölüm çığlıklarında, gecenin karanlığında, kışın ayazında, yalnız kalıp, yalnız can
verdiler.
Tüm ülke teyakkuza geçtik. Kış şartlarında, uçak gibi ilerleyen tırlar vinçleri taşıdı.
‘’Ben gidiyorum’’ deyip evinden çıkan milyonlar, deprem bölgesine hareket etti. Saatler,
hatta günler sonra varabildik yanlarına. Ömrü olanları kurtarma ekiplerimiz, aramıza
döndürdüler. Bizimle birlikte birçok ülkeden gelen kurtarma ekipleri cansiperane şekilde
çalıştılar. Yetmedik. Yetişemedik. Ölen de kalan sağlar da bizimdi. Acımız semayı inletti.
Fay hatlarının beşiği olan Anadolu’da şehirler kurmuştuk oysa. Yüksek yüksek binaları,
yüzyıllarca tarım arazisi olan alanlara dikmiştik. Geçip karşısına övünmüştük hatta. ‘’Müjde
müjde’’ deyip, imar aflarını çıkarmıştık. Legolardan evler gibi, yerle yeksan oldu hepsi.
Gölleri kurutup, havaalanı yapmıştık ve bununla da övünmüştük televizyonlarda.
Binlerce kilometre uzunluğunda yollar yaptık diye siyaset de yapmıştık. Ama ne o
havaalanına uçak indirebildik ne de o binlerce kilometre uzunluğunda olup, yerle yeksan olan yolları aşıp, vatandaşlarımıza uzanamadık.
Kızılhaç’a karşılık gelen Kızılay’ımız vardı. Dünyanın her yerindeki mazlumlara
yetişmesi ile övündüğümüz, kendi canımıza yetişemedik.
AFAD’ımız vardı. Her türlü toplantılarda gururla yeni projelerini, yeni imkanlarını bire
bin katarak anlattığımız. Onlar da yetişemedi.
Gururumuz, askerlerimiz polislerimiz, koşabildikleri kadar çabuk koştular. Onlar da
yetişemedi.
Biz. Biz de on üç milyon vatandaşımızın bulunduğu şehirlerimizden geriye kalan
yetmiş iki milyon yurttaş. Biz de yetişemedik.
Oysa zengin bir devlet olan Japonya, dokuz-on şiddetinde depremler olup, can kaybı
olmadan atlatabiliyordu. Mali yapısı aşağı yukarı bizim kadar olan Meksika, daha yüksek
şiddetli depremleri fazla can kaybı vermeden atlatmayı öğrenebilmişlerdi.
Evet. Kader vardır. Ama kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’de de yazdığı gibi ‘’Biz sizin
kaderinizi, çabanıza bağlı kıldık.’’ İsra Suresi 13. Ayette dediği gibidir.
Yani şu; dünyadaki bütün ilim irfandan yararlanarak, zeki, adil, dürüst, vicdanlı insanlar
olarak, elimizden geleni, sadece kendimiz için değil, içinde yaşadığımız topraklardaki
yurttaşlarımız için de yapacağız. Ve ondan, olan ne olacaksa olacak. Olanlardan da ders alıp, çare arayacak ve bulacağız.
Onun için, özellikle ülkemizde peydahlanan, İslam’dan ve insanlıktan kopmuş kişilerin
boş, saçma ve ilim ile alakası olmayan safsata cümlelerine kulak asmayacağız.
Bir sonraki yazımda, deprem sonrasında yaşadığımız olaylara bakacağız.
Geçmiş olsun canım ülkem.