Punta…
İzmirliler haricinde pek kimsenin bilmediği, bugün Alsancak dediğimiz, o güzel semtimizin eski adıdır.
Yunan Ordusu Pasaport’tan karaya çıkmış ve bayram sevinci ile İzmir Metropilit’i büyük bir heyecan ve coşkuyla Yunan Ordusunun gelişini kutluyordu. ‘’Evlatlarım. Ne kadar Türk kanı içerseniz o kadar sevaba gireceksiniz’’ diyerek, Yunan askerlerini kutsuyordu.
Aniden, uzun boylu, siyah takım elbiseli bir delikanlı fırladı ortaya. Elinde Reloveri. Bastı tetiğe. Esfun Alayının sancaktarı atının sırtından düştü. Bütün o coşku, bütün o kahkahalar, öylece kalakaldı işgal güçlerinin suratlarında. Tek başına ateş eden bu delikanlının etrafını hemen sarıp, ilk süngüyü de oracıkta iman tahtasına sapladılar. Delik deşik ettiler gencecik delikanlıyı.
Hasan TAHSİN oracıkta şehit oldu.
Hükümet hala işgali yalanlarken, Mustafa Kemal ‘’Vakit tamam. Anadolu’ya geçiyoruz.’’ demişti. Ve takvimler 30 Ağustos 1922’yi gösterdiğinde yer gök yarılmıştı. Canlar, sanki hiç var olmamışçasına toprağa düşerken, aziz kanları, bir ülkenin kurtuluşunun ve kuruluşunun can suyu oluyordu. Türk Topçusunun susmasını, titreyerek güneşin batmasını bekleyen işgal kuvvetleri, muazzam bir inanç ile karşı karşıya geldiklerinin farkına vardıklarında, artık zaman, onlar için çok geçti.
Hain gazeteci Ali Kemal ‘’Bu milliciler, düşmanlardan daha kötü’’ diyerek, paçavra gazetesinde başlık üstüne başlık atarak, işgal kuvvetlerini savunuyordu. O mahluklardan biri dediği İzmirli Teğmen Yıldırım henüz on sekiz yaşında idi ve vurulmuştu. Buna rağmen cepheye geri dönmüş ve şehit olmuştu.
Albay Deli Halit.
Namuslu ve Namussuz dediği iki tabancası vardı. İşgalciye Namuslu ile ateş ediyor, işgalciden korkup kaçana, işgalciye destek verene de Namussuzu gösteriyordu.
İstanbul’daki işgal komutanı da deli dönmüştü. Bu hızla giderlerse yarın İzmir’e girerler diyordu Kuvayı Milliye Askerleri için. İnanamıyordu. 250.000 kişilik devasa işgal orduları, Fahrettin Altay’ın süvarileri tarafından darmadağın edilmişti. Hayalet gibi idiler. Nereden geldiklerini, nereye gittiklerini gören olmuyordu. Görenler de çoktan can veriyordu.
9 Eylül…
İzmir’in dağlarında çiçekler açıyordu.
Bornova’dan dört nala koşuyordu atlar. Üzerlerinde şehadeti emir telakki eden Türk Askerleri ile.
Sonradan adı Kahramanlar olan yere geldiklerinde Konyalı Memet, Akşehirli Hakkı, Avonoslu Ahmet, son şehitleri oldu Türk Ordusunun. Bugün anıtlarının üstüne ‘’Vatan ve Namus’’ yazıyor.
Hasan Tahsin’in düştüğü, Hükümet Konağına al sancağı çektiler. Minarelerden ezan sesi yükseldi. Bel Kahve’den İzmir’i seyrediyordu Mustafa Kemal.
İşgal edildiği gün bir ulusun Kurtuluş Savaşını başlatan ve Kurtuluş Savaşını sonlandıran yer oluyordu canım İzmir.
Nif’teki bağ evinde, gaz lambası ışığı altında yorgun argın sigarasını yaktı. Karabasan gibi başlayan 3 yıl, 3 ay, 22 gün süren ve mucize ile biten bir rüyayı İsmet Paşa ile seyretmiş gibiydiler.
İzmir’in dağlarında çiçekler açıyordu doğan güneşler bir.
Karşıyaka’ya, Gümüş Pala’ya, Göztepe’ye inen süvariler gözlerine inanamadı. Her yer Al Yıldızlı bayraklar ile donatılmış, gelincik tarlalarına dönmüştü bütün İzmir.
İşgal edilir edilmez bütün evlere giren işgal kuvvetleri, didik didik bayraklara süngü zoruyla el koyup, sokaklar bayrakları yakmışlardı. Peki bu kadar çok bayrak nereden çıkmıştı?
3 yıldır, yokluk içinde yaşayan İzmirli kadınlar, beyaz patiskalarını, kırmızı masa örtülerini saklamışlardı. Aralarında değiş tokuş ederek, bu iki renkten kumaşları ile sabırla bekledikleri geceye ulaşmışlardı. 8 Eylül 1922.
Sandıklarını açtılar. Kırmızı kumaşın üstüne beyaz ay yıldızı diktiler.
‘’Denizi kız, kızı deniz kokan’’ İzmir’in bayraklarıdır, İzmir’in dağlarında açan çiçekler.
Şimdi, herhangi bir çıkar için, herhangi bir sapık zihniyetin ürünü olan zatlar ‘’Şehirlerin kurtuluşumu olur? Düşman kurşun atmadan gittiler.’’ diyen aklı muvazeneden mahrumlara bakmayın siz. Elbet tarih bir gün onları da yazacak. Sizden tek ricam, çocuklarımıza bu şanlı tarihi anlatın. Hem de özellikle yabancı tarihçilerden anlatın ilkönce. Anlatın ki, yabancı tarihçilerden, onlardaki belgelerden, bu büyük Türk Zaferini ve kendi hezimetlerini nasıl anlattıklarını görsünler. Görsünler ki, böyle edepsizlere, hiçbir zaman pabuç bırakmayan ataların, nesilleri olduklarını bir kez daha gururla hatırlasınlar.