Geçtiğimiz 29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyetinin 99. Kuruluş yıl dönümünü kutladık. Bu hafta 10 Kasım’da da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk vefatının 84. Yıl dönümünde yurdumuzda ve dünyada saygı ve özlem ile anılacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk görev yeri Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle gerçekleşmiştir.1896 ile 1899 yılları arası Manastır Askeri İdadi’sini bitirerek, İstanbul’da Harp Okulu'nda öğrenim görmüştür. 1902 yılında teğmen rütbesi ile mezun olmuş ve Harp Akademisi’ne devam etmiştir. 1905 yılında ise yüzbaşı rütbesi ile Akademi’yi bitirmiştir. 1905 yılı ile 1907 yılları arasında da Şam’da 5. Ordu’nun emrinde görev yapmıştır.1907 yılında Kolağası yani Kıdemli Yüzbaşı olmuştur. Manastır’a 3. Ordu’ya atanmış ardından da 19 Nisan 1909 yılında İstanbul’a girmiş Hareket Ordusu’nda da Kurmay Başkanı olarak görev almıştır. 1910 yılında Mustafa Kemal Atatürk Fransa’ya gönderilmiş ve Picardie Manevraları’na katılmıştır. 1911 yılında ise İstanbul’da yer alan Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başlamıştır. 1911 yılında İtalyanlar tarafından Trablusgarp’ın işgali ile başlayan bu savaşta, Mustafa Kemal Atatürk bir grup arkadaşı ile beraber Tobruk ve de Derne bölgesinde görev yapmış, 22 Aralık 1911 yılında İtalyanlara karşı olan Tobruk Savaşı’nda zafer elde etmiştir. Ardından 6 Mart 1912 yılında Derne Komutanlığına getirilerek 1912 yılı Ekim ayında da Balkan Savaşları başlamıştır. Burada Mustafa Kemal Atatürk Gelibolu ve ya Bolayır’daki birlikler ile savaşa katılmıştır. Dimetoka ile Edirne’nin geri alınışında da büyük katkıları olmuştur. 1913 yılında da Sofya Ateşemiliterliğine atanmıştır. Bu görevdeyken 1914 yılında ise yarbaylığa yükselmiştir. Ateşemiliterlik görevleri Ocak 1915 yılında sona ermiştir. Çanakkale cephesinde göstermiş olduğu başarı sonucu miralaylığa, Sina ve Filistin cephesinde Yıldırım ordusu komutanlığına atanmış, Kurtuluş savaşını emperyal güçlere karşı başlatmış Türk ulusal hareketine öncülük ve önderlik etmiş, Türk ulusunu ve vatanını bağımsız ve özgür kılmıştır. 57 yıllık yaşamının büyük bölümünü Osmanlı ordusunda cepheden cepheye koşarak geçirmiş, Çanakkale geçilmez destanının yazılmasında başrol oynamış, Osmanlı imparatorluğunun çöküş döneminde katıldığı bütün savaşlarda orduyu ve milletini muzaffer kılmıştır. Kurtuluş savaşı sırasında 1. Ve 2. İnönü muharebelerinde ve sonunda da büyük taarruz ve Sakarya meydan muharebesinde tüm emperyal güçleri cephede yenmiş, 9 eylül 1922 tarihinde İzmir’in kurtuluşuyla birlikte mevcut Türkiye coğrafyasında düşmanı tüm cephelerde yenerek yurttan kovmuş, ulusunu hürriyet ve demokrasiye kavuşturmak uğrunda savaşarak başarıya ulaşmış ve bu ülkenin çağdaş medeniyetler düzeyinde tüm egemen devletlerle eşit şekilde yer almasını sağlamak adına ilk adımı atmıştır. Cephede emperyal güçlere karşı kazanılan bu zafer tüm dünyada büyük ses getirmiş emperyal güçlerin boyunduruğu altında yaşayan milletlere bağımsızlık ve özgürlük bakımından ilham kaynağı olmuştur. Cephede kazanılan bu başarının siyasi anlamda da tescillenmesi adına Lozan barış anlaşması başta olmak üzere uluslararası çok taraflı ve ikili anlaşmalar yapılmış ve bu anlaşmalarda da özellikle ülkemizin ve milletimizin bağımsızlığına ve özgürlüğüne azami hassasiyet gösterilerek başta kapitülasyonlar olmak üzere ülkenin ve milletin çıkarlarına hizmet etmeyen üçüncü ülkelere tanınan tüm ayrıcalıklar iptal edilmiştir. Devletler hukukunun olmazsa olmaz kuralı karşılıklılık ilkesi çerçevesinde hareket edilerek Türk halkı ve Türk devletinin çıkarları esas alınmıştır.
Kurtuluş savaşı devam ederken büyük bir karalılık ve cesaretle 23 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulması, 1922 de saltanatın ve padişahlığın kaldırılması 1924 te halifeliğin kaldırılması ve tüm vatandaşların bilimsel ve laik eğitim sisteminden yararlanmasını sağlayan öğretim birliği yasasını çıkartmış, 1926 da kadının ve erkeğin hukuk önünde eşit olmasını sağlayan medeni yasanın onaylanması,1934 yılında kadının seçme ve seçilme hakkının sağlanmış olması laiklik ilkesinin anayasal güvenceye kavuşması amacıyla 1928 yılında “devletin dini islamdır” maddesini anayasadan çıkartması ve 1937 yılında laiklik ilkesini anayasa maddesi haline getirmiş olması bunların yanı sıra çağdaş medeniyete ulaşmak için ülkenin yönetim şekli padişahlık (monarşi) değiştirilerek Cumhuriyet şekline evrilmesi büyük ve cesurca yapılan devrimler olup büyük öngörü gerektiren olgulardır.
Laikliğin olduğu bir ülkede vatandaşlar din ,mezhep, dinsizlik dünya görüşü konusunda kendi özgür iradelerine göre seçim yapma konusunda haklara sahip olurlar. Cumhuriyetin özü anayasada demokratik laik sosyal hukuk devleti olarak açıkça belirtilmiştir. Demokrasinin, cumhuriyetin, başka bir deyişle halkın egemenliğine dayalı bir yönetim biçiminin var olabilmesi için sadece seçimler ve meclisin var olması yeterli değildir, yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının, düşünce, ifade örgütlenme ve basın yayın özgürlüğünün, ekonomik ve sosyal adaletin yanı sıra gelişmiş bir eğitim seviyesinin ve laikliğin olması gerekir. Mustafa Kemal Atatürk tüm bunları 100 yıl önce öngörerek ‘’Egemenlik kayıtsız şartsız milletinidir’’ sözünü yaşam biçimi haline getiren ve bunun takipçisi olan büyük bir önderdir. O neden iledir ki bugün bile dünya siyaset tarihindeki önderlere bakıldığında tüm eser ve yaptıklarıyla halen başta halkı olmak üzere dünya insanlığına ışık saçmakta ve sosyal yaşamın içerisinde çok güçlü bir şekilde yer almaktadır.
Türk Gençliği, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrim ve ilkelerine sahip çıkmaya devam edecek onun en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet bağımsız ve özgür olarak yaşatacaktır.
Rahmet ve minnetle anıyorum. Onun çizdiği muasır medeniyet yolunda adım adım inşallah